Tarih: 13.09.2025 21:13

Prof. Dr. Aktay: İlk dört madde değiştirilmezse yapılacak hiçbir şey yok

Facebook Twitter Linked-in

HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul'da "Toplumsal Mutabakat Arayışı ve Yeni Anayasa" çalıştayı gerçekleştirildi.

Topkapı'da bir otelde düzenlenen çalıştayda, 3 oturum ile yeni anayasa çalışmalarında takip edilmesi gereken yol haritası, dikkat edilmesi gereken hususlar ve toplumun beklentilerine ilişkin önemli değerlendirmeler yapıldı.

Şeyh Cemal Mürsel Hoca'nın Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başlayan çalıştay, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcı ve İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanı İshak Sağlam'ın açılış konuşması ile devam etti.

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu da bir selamlama konuşması gerçekleştirdi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 29. Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, "Neden Yeni Bir Anayasa? Türkiye'nin Anayasa Serüveni" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi.

Çalıştayın son oturumunda "Kültürel Haklar ve Kültürel Hakların Korunması" başlığıyla Prof. Dr. Yasin Aktay, bir konuşma yaptı.

2003-2004'ten itibaren Türkiye'de sürekli anayasanın tartışıldığını belirten Aktay, anayasanın bir toplumsal sözleşme olduğunu söyledi.

Hiçbir anayasanın, toplumun çok farklı, hatta azami derecede bir takım insanlarının katılımıyla gerçekleşmediğini ifade eden Aktay, "Yani bunu hangi anayasanın tarihine başvurursak vuralım, müracaat edersek edelim; anayasalar genellikle belli bir elit tabakanın, kendi aralarındaki tartışmalarıyla oluşturdukları bir metnin nihayetinde belki bir referandum yapılır ama o referandumlar genellikle göstermelik olur. Bu sadece Türkiye'de olmaz, her tarafta genellikle göstermelik olur. Halk genellikle o anayasa yapma sürecinin tamamına çok fazla katılmaz; katılır gibi gösterilir ama neticede çok da fazla katılmaz, en azından böyle diyebiliriz." diye konuştu.

Anayasalar bir açıdan "dayatma metinler" olduğunu söyleyen Aktay, "12 Eylül Anayasası'nı milletin nasıl kabul ettiğini biliyoruz, yani yüzde 92 ile kabul etti bu millet. Kabul etme gerekçesi şuydu: Bir kısmının zaten başka seçeneği yoktu, şeffaf zarfların içerisine konulacak, o jandarma gözetiminde konulacak, o işkenceler… Gerçekleri bir şehir efsanesi haline gelmiş olan o ortamda, 'Sıkıysa bir insan gitsin, hayır oyu versin.' Birçok insan böyle korkarak, birçok insan gerçekten benimseyerek, 'Ya terörden kurtardı, Allah razı olsun bu askerden' falan diyerek yaptı. Yani herkes öyle yaptı diyemezsin, bu toplum çoğulcudur, toplum çeşitlidir, hiçbir zaman sizin hayallerinizdeki gibi bir şey değildir." dedi.

Aktay, "Toplum bazen sizi hayal kırıklığına uğratacak kadar sizden uzaktır; hayallerinizden, beklentilerinizden, inançlarınızdan uzaktır. Zannetmeyin ki siz o topluma birtakım şeyler dayatılmış. 'Dayatılmasaydı bizden olurdu' diye bir şey yok; dayatılmasaydı da yine bizden olmazdı. Toplumda biz bir unsuruz, sadece bir örneğiz. Daha doğrusu bir örneklemiz, bir kesitiz. Toplumun bir derdi yok. Yani toplumda insanlar sizin dertlerinizden çok uzak dertlere sahiptirler. Onun için, bir bakıma da siyaset, derdimizi başkalarının derdi haline getirme sanattır. İnsanların bizim derdimizi dert haline getirmesini sağlayabilme sanatıdır. Bunun ne kadar başarabilirsek o kadar iyi bir siyaset yapmış oluyoruz. İrşat da bunun için yapılır, tebliğ de bunun için yapılır. İnsanlara 'Ey insanlar dert ettiğiniz şeyler dert değil, asıl dert 'Aha da budur' deyip, insanların gündemine Gazze'yi sokabilmektir. Bugün o kadar insan katlediliyor Gazze'de, kiminin umurunda…" şeklinde konuştu.

1921 Anayasasının yapılış sürecini anlatan Aktay, "1921 Anayasası, bir işgal sonrası yapıldı. Vatanımız işgal edildi arkadaşlar; 1918 yılından itibaren. Türkiye diye bir devlet yok. Biz istediğimiz kadar böyle havalara girelim; bağımsızlık, kurtuluş… Öyle bir kurtuluş olmadı. Türkiye henüz kurtulmadı, hiçbir zaman kurtulmadı. 1918'de ülkemiz işgal edildi. O gün bugün o işgal devam etmektedir ve bize dayatılan bir anayasa, bize yeni bir kimlik, yeni bir istikamet belirlemek üzere önümüze bir metin konuldu. Sadece 'siz şusunuz' denildi. Neysek o değil; onların ne dediyse o olduk. Bu toplum onlar ne istedilerse öyle oldu da nitekim. Maalesef oldu. Geldiler, yeni bir kimlik, yeni bir şey belirlediler." değerlendirmesinde bulundu.

"1924 Anayasasıyla birlikte Türkiye Devleti artık dünya Müslümanlarını temsil eden bir devlet olma hüviyetini kaybetmiştir"

1921 yılında iyi kötü bir şekilde Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmiş olan, iyi bir anayasanın olduğunu ifade eden Aktay, "Fena olmayan, hakikaten halen Osmanlı'dan devralınmış bir bilinçle, şuurla, Saltanat hâlâ devam ediyor, Hilafet hâlâ devam ediyor ama işgal altında. İşgal altında da olsa henüz bir varlığı var, yani resmi bir varlığı, tüzel bir varlığı var, ama o da 1924 ile birlikte tamamen yok edildi. Ondan sonra başlayan süreç, bize dayatılan 1924 Anayasası ile birlikte… tabii ki ilk etapta bütün içeriği hâlâ 'İslam devletidir.' 1924 yılında bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir İslam devletidir, Müslümanların devletidir. Tevhid-i Tedrisat henüz gerçekleşmemiştir, ama Hilafet kaldırılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Devleti artık dünya Müslümanlarını temsil eden bir devlet olma hüviyetini kaybetmiştir; artık sadece Türkiye'yi kabul eden bir devlet olmuştur." diye konuştu.

1924 Anayasasıyla birlikte kademeli olarak kimliklendirme sürecinin başlatıldığını aktaran Aktay, "Türkiye; yeni bir kültür. Türkiye'de var olan farklı kültürlerin haklarının korunması… Bütün kültürlerin üzerinden silindir gibi geçilen, hiçbir kültüre hiçbir varlık hakkı tanınmayan. Buna Türk kültürü de dahil. Bazıları diyorlar ki mesela Kürt kültürü Türk kültürü lehine asimile edilmiş, yok edilmiş. Hayır, Kürt kültürü yok edildiği kadar Türk kültürü de yok edilmiştir. Türk kültürü bu değildi. Zinhar, Türk kültürü canlı bir kültürdür. Kültür canlı bir varlıktır ve yaşandığı şekilde, 1924 yılı itibariyle belli bir aşamaya gelmiştir. O kültürü olduğu gibi kabul etmek zorundasınız. Eğer saygın varsa bir topluma. Türklere saygın varsa, Türkleri, yaşadıkları o birikimleri ile birlikte var edeceksiniz." değerlendirmesinde bulundu.

"Türk kültürü, bir harf inkılabı ile birlikte yok edildi"

1924'ten sonra, 1928 Harf İnkılabı ile birlikte Türk kültürünün yok edildiğini vurgulayan Aktay, şöyle devam etti:

Yani Türk kültürü, bir harf inkılabı ile birlikte yok edildi. Ondan sonra bizim karşımıza çıkarılan kültür Türk kültürü değildir. Başka bir kültürdür, üretilmiş, endüstriyel bir kültürdür ve bu kültür bütün insanlara empoze edilmiş oldu. Bakın, bunu özellikle söylüyorum: Bu yaşanan kültürel dezenformasyonun veya deformasyonun en önemli mağduru Türkler olmuştur. Türk kültürü yok edilmiştir. Ondan sonra tabii ki Kürt kültürü de Arap kültürü de Alevi kültürü de Sünni kültürü de… Türkiye içerisinde yaşanan bütün çok kültürlülük başlığı altında inceleyebileceğimiz ve ele alabileceğimiz diğer bütün kültürlerin hepsine de bir kültür katliamı uygulanmıştır. Kültür soykırımı uygulanmıştır hatta. Ve bu kültür soykırımı anayasada güvence altına almak da neymiş, öyle bir kültür yok, öyle bir farklılık yok; herkes tektir, herkes Türk'tür! Herkes anayasa karşısında eşittir!"

Aktay, ardından yapılan 1961, 1982 anayasalarının da yönteminin aynı olduğunu, 2005-2006'dan itibaren Türkiye'nin gündemine anayasa tartışmalarının girdiğin ve bugün halen devam ettiğini kaydetti.

82 Anayasasının hâlen tek kültürlü ve 12 Eylül darbesinin kurucu ruhunu barındırdığını belirten Aktay, şöyle konuştu:

"Hani hep sözü dolaştırıp dolaştırıp şeye getiriyoruz; ilk 4 maddeye falan getiriyoruz. İlk dört maddenin içeriğiyle ilgili, ben Türkiye'de herhangi bir kimsenin bir iki şey dışında bir tartışması olduğunu zannetmiyorum, bir itirazı olacağını, bu milletin bayrağı konusunda kimsenin bir tartışma konusu ettiğini zannetmiyorum. Bu bayrak Müslüman bayrağıdır; Türk bayrağı tek başına bir etnik grubun bayrağı değildir. Ve bu bayrak zaten özü itibariyle baktığınız zaman Pakistan'dan Cezayir'e kadar, ay yıldızlı bayrak bütün Müslüman milletlerin sembolüdür. Bu anlamda hiç kimsenin bayrağı tartışma konusu yaptığı yok. Orada başkentinin Ankara olması… Başkentinin Ankara olmasına hiç kimseye itiraz yok. Kalsın. Ama niye tartışılamasın kardeşim, niye düşünülemesin, niye değiştirilmesi teklif dahi edilemez olsun? Ben teklif etmiyorum, itirazım da yok. Ankara'da oturuyorum ve başkent Ankara'da olmasına hiçbir itirazım yok. Ama niye…

Nitekim size şunu söyleyeyim: Daha Sakarya Savaşı esnasında Yunanlılar Ankara'ya doğru geliyorlar. 'Eyvah, şimdi ne yapacağız? Başkent elden gidecek. Hadi başkenti Kayseri'ye taşıyalım' diye bizzat önerenlerden biri bu anayasayı yapanlar. Yani anayasaya göre başkentin Ankara olmasını teklif edenler, Ankara'nın Kayseri'ye taşınmasını teklif etmişler. Niye değiştirilmesi teklif dahi edilemiyor? Ki 1924 Anayasasında zaten 'değiştirmesi teklif edilemez' diye bir şey yok. O hurafe sonradan çıktı. O kadar sonradan çıkmış olan bir hurafeden, sanki ezeli ve ebedi bir vahiy düsturuymuş gibi bize dayatılmış olması, bizim aklımıza aslında büyük bir hakarettir. Esas itibariyle, benim o maddeyle ilgili en önemli problem insan aklına hakaret olmasıdır."

Kemalizm'in şu anda düşünülemeyen o kadar çok alanı vardır ki… Bu anayasanın bizzat kendisi bunun kanıtıdır. Önümüze öyle bir şey koyuyor ki: Atatürk ilkeleri… yani o ikinci madde saçma sapan bir maddedir. Atatürk ilkelerine, Atatürk'ün milliyetçiliğine uygun bir anayasa metni olması ciddi bir problemdir. Çünkü Atatürk Milliyetçiliğinin içine ne sokmuşsanız sokmuşsunuz işte. Bizi asimile etmiş, kültürel varlığımızı da deforme etmiş, üzerimizden silindir gibi geçmiş. Onun üzerine, bizim üzerimizde bir otorite kurulmuş.

Yeni Anayasa yapacağız ama bu maddeye dokunmayacağız, '4 maddeye dokunmayacaksın.' Bırak kalsın olduğu gibi o zaman canım… Yani ilk 4 maddeye de dokunmayacaksan, niye o zahmete katlanıyorsun? 12 Eylül Anayasasının ruhu bu maddelerde zaten. Diğer yerlerin hepsini değiştiriyoruz zaten. Değiştirmekle ilgili hiç kimsenin bir problemi yok. Tapu kadastronun müdürlüğe mi, bakanlığa mı ait olacağı ile ilgili maddeleri değiştirip değiştirmemenin bize ne faydası var ki? Dolayısıyla ilk o maddeleri değiştirmediğimiz zaman, yapılacak hiçbir şeyin olmayacağını düşünüyorum şahsen.

Anayasa çalışmalarının ve tartışmalarının, çaresiz tartışmalar olsa da anayasa metni yazma konusunda çok şey kazandırdığını söyleyen Aktay,  "Anayasa yazılması noktasında fikirler verildi ama şu gerçeği, sosyolojiyi ıskalamamamız lazım. Sosyoloji, bir noktadan sonra artık resmi devletten korkmak diye bir şey değil, halktan korkmak. Halk çeşitlenmiş, halk sahiplenmiş bazı düşüncelere… O halkın direnişi var, halkın direnci var. Bazı tabular toplumda yaygınlık kazanıyor, onlar bir takım saçma sapan fikirlerin muhafızları çoğalıyor toplumda. Bu da Kemalist eğitimin bir sonucu. Kemalist eğitim insanı geri bırakır. Yani Kemalist eğitim ve Kemalist zihniyet terakkiye manidir; bu çok açık bir şey. Yani insanı geri bırakır ve bu aşılmadan, yeni bir anayasaya düşüneceğimiz zaman bu gölgeden mutlaka ari bir şekilde yapmamız lazım. Yoksa kültür gidiyor." değerlendirmesinde bulundu.  (İLKHA)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —