Tarih: 22.05.2025 16:51

Medya tekeli batı merkezli kültürel bir tahakküm aracına dönüştü

Facebook Twitter Linked-in

Medya’nın zararları ve faydaları üzerine İLKHA mikrofonuna açıklamalarda bulunan Öğretim Üyesi Doç. Dr. İbrahim Halil Yaşar ‘Batının şekillendirdiği medya dili, yalnızca haber vermiyor; aynı zamanda dünyayı nasıl görmemiz, neye inanıp neyi yadırgamamız gerektiğini de fısıldıyor.” dedi

Batı merkezli medya yapıları, yalnızca haber sunmakla kalmadığını aynı zamanda zihin dünyasını biçimlendiren kültürel bir kuşatma aracı olarak işlev gördüğünü ifade eden Yaşar, bu sürecin özellikle İslam dünyası üzerinde sistematik bir temsil krizine neden olduğunu söyledi.

Medyanın kültürel temsilde oynadığı rolü değerlendiren Yaşar, Batı'nın yönettiği medya sisteminin özellikle İslam toplumlarını sistematik biçimde ötekileştirdiğini ve bu durumun küresel ölçekte bir temsil krizine yol açtığını ifade etti.

Batı’nın kontrolünde şekillenen küresel medya düzenini değerlendiren Yaşar, Bu tür yapıların sadece haber ve eğlence üretmediğini, aynı zamanda Batı dışındaki toplumlara karşı zihinsel bir üstünlük algısı oluşturduğunu söyledi.

“Medya ABD ve batı sisteminin bir parçası”

Günümüzde medya organlarının Amerika ve batı ülkelerinin bir parçası olduğunu ifade eden Yaşar, “Bu işin esas sahibi kim? Yani medya dediğimiz olguyu kontrol eden, medya monopollerini oluşturan merkezlere bakmak lazım. Çünkü bir teknolojiyi kim üretir ve elinde tutarsa, dolayısıyla medyanın gündem belirleme gücünü de göz önünde bulundurursak, buna dikkat etmeden bu soruyu doğrudan cevaplamak belki eksik kalacaktır. Dolayısıyla biz biliyoruz ki medya dediğimiz olgu bunu sadece sinema üzerinden değerlendirmemek lazım. Hem dijital platformlar hem de konvansiyonel medya dediğimiz, yani geleneksel medya dediğimiz radyo, televizyon, sinema gibi medya organlarının genel itibariyle Batı tandanslı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hâlihazırda da alternatif medyalar; işte El Cezire gibi, yine TRT'nin TRT World ve diğer kanallar olmak üzere farklı dillerde yayın yapan birtakım alternatifler bulunmakla birlikte, hâlihazırda Batı medyasının Reuters gibi, BBC gibi, CNN gibi bir medya monopolü oluşturduğunu ve yine bunlara bağlı kurum ve kuruluşların bunu genel anlamda uluslararası toplumu domine edecek güçte olduklarını unutmamak gerekir. Bu işin bir boyutu, yani haber medyası ve diğer günlük olarak izlenen kanallar açısından bu böyle. Dijital medya dediğimiz, yeni medya dediğimiz, sosyal medya platformlarını da içinde barındıran medya organlarına baktığımız zaman da yine bunların da Amerika başta olmak üzere Batı sisteminin bir parçası olarak işlevsel olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla gündemi de bu bağlamda kuruyorlar. Bunun yanına en sonunda şunu eklemek lazım: tarihsel süre içerisinde esasen sinema dediğimiz olgu da, yine baktığımız zaman, işte Hollywood sineması çok meşhur, bildiğimiz tabii Batı’da ve dünyanın Doğu’da ve dünyanın farklı bölgelerinde bunu alternatifler, Hindistan’daki Bollywood sineması gibi olmakla birlikte, hâlihazırda Hollywood sineması gibi Batı merkezli sinema kültürünün, kültürel endüstrisinin parçası olarak bütün dünyada etkin bir şekilde kendi gündemlerini oluşturdukları, imgeleri, temsilleri buna göre gerçekleştirdiklerini görüyoruz. Bunu anlamadan tabii ki bu soruya cevap vermek eksik kalır. Dolayısıyla medyanın bu yapısı, İslam dahil olmak üzere bu sadece İslam bağlamında da ele almak belki doğru değil Batı’nın Doğu’ya bakışı anlamında ele almakta fayda var. Genel itibarıyla bu oryantalist bakış açısı eski dönemlerden bu yana dönemsel olarak devam etmekte; hâlihazırda da bunu görmekteyiz, müşahede etmekteyiz.” ifadelerini kullandı.

“Zihinlerde oluşan kavramlar medya üzerinden inşa ediliyor”

Medyanın insanları her yönüyle etkilediğini dile getiren Yaşar, “Bugün Batı sinemasının temsillerine baktığımız zaman sadece Müslümanlar açısından veya İslam toplumları açısından değil, Doğu’ya yönelik belirli bir stereotiplerin, tiplerin oluşturulduğunu ve hem kendi kamuoylarını hem uluslararası kamuoyunu hem de aslında hedef kitlenin bir yönüyle bizzat orada temsil edilen İslam coğrafyasındaki insanları göz ardı etmeden aslında bunlar üretilen içerikler. Ve dolayısıyla kavramları ve kuralları kendileri oluşturdukları için zaman içerisinde de hem İslam toplumlarında yaşayan insanlar hem Asya toplumları, Doğu toplumları hem de Batı kamuoylarında doğrudan kaynaklardan beslenen insanların, en nihayetinde kafalarında, zihinlerinde oluşan kavramların bu medya üzerinden inşa edildiğini çok rahatlıkla söylemek mümkün. Şimdi, medyanın etkisine yönelik çalışmalar çok eski dönemlere dayanıyor ve işin doğrusu iletişimin bir disiplin olması anlamında da medya etkisi, yani medyanın etkin bir araç olduğu, toplumları iyi yönlendirebildiği, bunun ekonomi, siyaset, toplumsal bağlamlarda ortaya çıkmasıyla keşfedilmesiyle ortaya çıkan bir serüven aslında. Dolayısıyla medya dediğimiz o olgu hiç şüphesiz toplumları, bireyleri, onların yaşam tarzlarını, giyinip kuşandıklarını, yiyip içtiklerini her yönüyle etkiliyor. Buna yönelik literatüre baktığımız zaman tonla çalışmaya rastlamak mümkün. George Gerbner diye bir kuramcı var, örnek vermek gerekirse. 1950’li yıllardan bu yana Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen Kültürel Göstergeler Projesi vardır. Bu Kültürel Göstergeler Projesi hâlihazırda devam ediyor ve dünyada en uzun süreli devam eden sosyal bilimler projesidir. Orada yapmış oldukları çalışmalar ve sonrasında yapılan çalışmalar bize şunu gösteriyor: en basitinden birçok çalışma olmakla birlikte, tek bir örnek üzerine açıklamak gerekirse, medyaya maruz kalan, medya içeriklerine maruz kalan burada konvansiyonel, geleneksel medya baz alınmakla birlikte sosyal medya etki düzeyinde göz ardı edilmeden ve daha etkin olduğunu aslında bilerek konuşmak lazım. Dolayısıyla şunu biliyoruz: insanların medyada, medya içeriklerine maruz kalma süreleri arttıkça onların gerçeklik algılarının da medyadan edindikleri içeriklerle kümülatif bir şekilde, yavaş ama çok yoğun bir etkiyle arttığını biliyoruz.” diye konuştu.

“Medya gerçeklik algısını çürütüyor”

Medyanın insanların tutumlarını ve davranışlarını etkilediğini söyleyen Yaşar, “Bugün topluma sorsanız, deseniz ki ‘Toplumdaki güvenlik birimi sayısı kaçtır, polis sayısı kaçtır, asker sayısı kaçtır?’ veya ‘Engellilerin sayısı kaçtır?’ gibi soruların cevabı, polis, askeri ve güvenlik birimlerini ilgilendiren boyutuyla bakıldığında, gerçek rakamların çok daha üstünde çıkar. Çünkü medyada, sinema filmlerinde, dizilerde, bir de kriminal olarak yani haber değeri taşıyan şeylerin haber medyasında yer aldığı konular bazında düşünüldüğü zaman medyada güvenlik algısı, şiddet dalgası, kaygı algısından kaynaklı olarak polis sayısının gerçekten çok daha fazla olduğu söylenir. Bunlar bilimsel olarak kanıtlanmış bir şeydir. Engelli sayıları ise var olan gerçek sayıdan çok daha azdır. Bunun nedeni, engellilerin televizyonda çok fazla gösterilmek istenmemesidir. Daha doğrusu satılabilecek şeyler üretilir. Bu satılabilecek şeylerin içerisinde şiddet, cinsellik, mizah gibi aslında bütün dünyada birbirine yakın insanların ilgisini çekebilecek konular yer alır. Ama tabii zaman içerisinde gerçeklik algısı üzerine ciddi bir etki yaratır. Sokağa çıkma konusunda, 'sokaklar güvenli mi?, bir çatışma kültürü var mı,? toplum psikolojisi nasıl?' bunların cevabını aslında doğru verebilmek için toplumun maruz kaldığı o konvansiyonel medyadaki, dijital medyadaki içerikleri bir şekilde izlemek, takip etmek lazım. Yine bir başka örnek olarak, psikoloji alanında, psikiyatri alanında yapılan çalışmalar bize şunu gösteriyor: herhangi bir kaza yahut bir kriminal bir olay medyada çok yoğun biçimde dramatize edilerek işlendiği zaman, takip eden bir iki ay içerisinde benzer olaylarda yüzde 300’e varan artışlar oluyor. Bilemesek de farklı boyutta incelenmesi gerektiğinin altını çizmemiz lazım. Bu bize medyanın dolaylı yollardan da olsa toplumları, bireyleri etkileyen, onların tutumlarını, davranışlarını etkileyen çok güçlü bir araç olduğunu gösteriyor.” şeklinde konuştu.

“Yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek”

Şu ana kadar medyada Müslüman profilinin sürekli kötü gösterildiğini belirten Yaşar, “Medya okuryazarlığı işin bir boyutu. Ama öncelikle belki de şunu yapmak lazım: belli stratejiler geliştirmek lazım. Yani meselelerin doğru olduğunu idrak etmek lazım. Aslında oryantalizm dedik ama bu oryantalizmin bir de ‘sert oryantalizm’ dediğimiz bir boyutu var. Belki tam kavram karşılamayacak ama ‘yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmeyecek’ diye işte bu noktadan başlamak lazım. Toplumun şuna ikna olması lazım: Bugün tarihsel hafızadan, kültürel hafızadan beslendiğimiz zaman gerek İslam toplumlarının gerek Batı dışındaki diğer kültürlerin, diğer medeniyetlerin binlerce yıla dayanan geçmişleri var ve bunların aslında bugüne taşıdıkları çok geniş bir kültürel hazineleri var. Ancak medyada, sinema başta olmak üzere, sosyal medyada günümüzde veya dizi filmlerinde olduğu gibi bize bizi anlatan anlatılardan ve bizim kendimize anlattığımız anlatılarda aslında hep o aşağılık kompleksini gösteriyoruz. Yani kendimizde bir defa bir şeyi düzeltmemiz lazım. Başkalarının kavramları ile konuştuğumuz zaman, başkalarının kavramları ile düşünmeye ve zaman içerisinde inanmaya başlıyoruz. Mesela Ortadoğu diyoruz. Ortadoğu ama nerenin? Başladığı zaman doğunun ortası. Uzak Doğu diyoruz. Kime göre uzak? Yani bugün Osmanlı coğrafyası açısından baktığımız zaman, Ortadoğu coğrafyası doğunun ortasında mı yer alıyor? Dolayısıyla medeniyet açısından baktığımız zaman literatürü yazan, kavramları inşa eden kimse ki bu Batı’dır en nihayetinde çıkan sonuçta onların kavramları ile konuşmak ve düşünmek bile oluyor. Bugün sadece Batıdan bize gelen içeriklerde, yani Hollywood filmlerinde veya Fransız, İngiltere, Avrupa sinemasından gelen filmlerde değil, kendi ürettiğimiz içeriklerde de aynısını görüyoruz. Yani Müslümanların temsili veya Doğuluların temsili, bir Çinlinin temsili gibi belli stereotipler var ve bu stereotipler üzerinden onların anlattığı şeyin benzerlerini biz kendimizle ilgili anlatıyoruz. Dolayısıyla en büyük yanılgıya düştüğümüz yer burası. Buna karşı tedbirler geliştirmek gerekiyorsa, en birincil tercih bence öncelikle toplumun kendine yönelik o güvenin inşasının yeniden gerçekleştirilebilmesi gerekir.” ifadelerine yer verdi.

“Asla gördüğünüz resme hemen iman etmeyin”

Günümüzde karşımıza çıkan içeriklerin doğruluğunun araştırılması gerektiğine dikkat çeken Yaşar, “Doğu nasıl ki iletişim araçları kullanılarak yapıldı ise, bundan sonraki süreçte yine en büyük silah, en etkin kullanabileceğimiz aygıt iletişimin kendisi ve iletişim araçlarıdır. Yani toplum, kendi kültürel ve tarihsel hafızasından hareketle kendine uygun, özgüveni yüksek içerikler üretebilmeli ve bunun da yolu tabii ki çeşitli parametrelere dayanıyor. Burada hukuki düzenlemelerden tutun da İslamofobi, antisemitizm kavramlarının içi o kadar boşaltılmış ki, Yahudi kelimesini bile ağzınıza aldığınız zaman siz antisemitist oluyorsunuz. Yani bir Yahudi'yi eleştiremiyorsunuz. Bu sadece toplumlar açısından değil, akademik camiada biz kendi aramızda bile konuşurken ‘Acaba yanlış mı konuşuyoruz, yanlış bir ifade mi kullanıyoruz?’ gibi düşüncelerle karşı karşıya kalıyoruz. Ama özüne baktığınız zaman her türlü konunun akademide çok rahatlıkla tartışılabilmesi lazım. Bu da yerleşik bir kültürün zihinlerimizin, kavramlarımızın bu kültür üzerinden inşa edildiğini bize gösterir. Ve bunun en temel aracı da medya ve sosyal medya günümüzde. Medya okuryazarlığı açısından baktığımız zaman, bu işin bir boyutu. Tabii medya okuryazarlığından kastettiğimiz şey şu: Biz iletişimciler öğrencilerimize de şunları öğretiyoruz: Asla gördüğünüz resme hemen iman etmeyin, inanmayın, onu bir sorgulayın. Zira bunun hangi amaçla, hangi maksatla yapıldığı bir defa kaynak bizde çok önemlidir: kaynağın güvenilirliği. Yani bunu söyleyen kim, söyleme amacı ne, zaman ve mekân ve mefhumu, söylenilen zaman, söylenilen şeyin dozu... Bunlar iletişimin temel ilkeleri olup, bunları gözden kaçırmamak gerek. Baktığımız zaman, gösterilen her şeye inanmış oluyoruz. Dolayısıyla sosyal medyada karşımıza gelen bir içerik günümüzde yapay zekâ vesaire gibi şeylerle ilgili çok daha farklı şekillerde karşı karşıya kalabiliriz. Yani normalde inanamayacağımız içerikler, görüntülerle karşı karşıya kalıyoruz ve bunlara hemen iman ediyoruz. Bu böyledir diyoruz. Ama bunlara karşı bir tehdit kültürünün geliştirilmesi gerekiyor ve özellikle genç nesillerin, yeni yetişenlerin amacının ne olduğunu sorgulayabilmeleri ve farklı kaynaklardan bunun doğruluğunu teyit edebilecekleri bir eğitim inşa etmemiz zaruri. Medya okuryazarlığı açısından kısaca bunu söylemek gerekir. Yani bunun için de ciddi bir planlama yapılması gerekiyor. Evet, lisans düzeyinde, hatta liselerde, ilkokullarda, ilköğretimde medya okuryazarlığı dersleri var ama bunların tam hakkıyla, amacına hizmet edecek şekilde verilebildiği konusunda doğrusu bir akademisyen olarak benim tereddütlerim var.” dedi.

“Kendi toplumumuzu ikna etmemiz gerekiyor”

Müslümanlar olarak kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerektiğini ifade eden Yaşar, “Batının çok temel bir şeyi vardır: Tezini üretir, antitezini üretir. Biz Batının tezlerinden bazı tezlerinde nefret ederiz ve onların ürettikleri antitezlerle kendimizi tatmin etmeye çalışırız. Bir atasözümüz var ya, ‘El elin eşeğini affedersiniz türkü söyleyerek çağırır.’ Dolayısıyla kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekir. Buna yönelik elbette ki bir dalga da bir akım var. İslam dünyasında bir akım var. Kendi perspektifinden doğruları veya kendi kültürünü, sanatını inşa etme, bunları anlatma yönünde artan biçimde birtakım içeriklerin üretilmesi, sinema filmlerinin hazırlanması, dizi filmlerinin hazırlanması, bunların pazarlanması, bunların kamu diplomasisinin de aslında bir parçası olarak Batı toplumlarına da aynı zamanda gönderilmesi. Ama önce söylediğimi tekrar etmek istiyorum: Batı toplumlarından önce bizim kendi toplumlarımızı, kendi toplumumuzu ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü biz kendimiz inanmıyoruz. Tipler kafamızda, stereotiplerden hareketle bunları oluşturuyoruz. Çok uzağa gitmeyelim; mesela Yeşilçam sinemasına baktığınız zaman bir din adamı temsili veya inançlı bir kişinin temsili ya sahtekâr bir hoca ya vatan haini bir din adamı, efendim ne söyleyeyim eğer parası olan bir adamsa bir hacı ise kötü bir ev sahibi, vicdansız bir adam, ticaret yapar, her türlü kötü işi yapar. Ama burada işte İslami kimliği ile kamufle etmeye çalışan temsillerle karşılaşıyoruz. Bu gerçeklik, bu realite bizim maalesef Türk toplumunda da oturmuş durumda. Ama aynı sinemaya baktığımız zaman, günümüze baktığımızda, farklı dinlere mensup din adamı temsillerine baktığınız zaman, yani Müslüman toplumlarda anlatılan bir Hristiyan papaz, bir Yahudi haham İslam toplumlarındakinden çok daha dürüst, daha namuslu, güvenilebilir.” diye konuştu.

“LGBT’li insanlar üzerinden normalleştirilmeye çalışılıyor”

Nerden geldiğimizi ve kim olduğumuzu unutmamamız gerektiğini savunan Yaşar, “Son dönemdeki LGBT ve benzeri akımları biliyorsunuz. Bugün herkes lütfen izleyenler şuna bir dikkat etsinler: Hemen hemen her dizide bir LGBT kişisi vardır ve bu kişi, o içerikte, o film içerisinde, o dizi filmde veya sinema filminde zorda kalan kişiye yardım eden, merhametli, çok dürüst, hayata tutunmaya çalışan, birçok zorlukla karşı karşıya gelmiş, aslında ideal insan profili dediğimiz şey LGBT’li insanlar üzerinden normalleştirilmeye çalışılıyor. Toplumda artan oranda bunların görünürlüklerinin arttığını görüyoruz. Böyle bir eğilimin olduğunu görüyoruz. Özellikle sosyal medyada cinsiyet değiştirme operasyonları ve maalesef gençlerde de buna yönelik bir akım var. İstemediğinin etkisi dediğimiz şey bu. Dolayısıyla evimizin içini bir temizlememiz lazım. Bizim ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi, yolculuğumuzla ilgili bir hikâye inşa etmemiz lazım. Bu illaki İslami terminoloji üzerinde olacak demiyorum. Çünkü bunları konuştuğun zaman bazen tek bir noktadan, İslami perspektiften bakılıyormuş gibi düşünülüyor. Hayır, bu böyle değil. Batı toplumlarına da baktığınız zaman, Hristiyanlar veya gelenekçiler, geleneksel muhafazakâr aileler, muhafazakâr siyaset yapan partilerde de aynı sorunun dile getirildiğini görüyoruz. Demek ki bu sadece İslam toplumlarına veya Doğu'ya ait bir problem değil. Bazısında bütün insanlığa ait bir problem ve medya, medya içerikleri, sosyal medya yaklaşımı bu perspektiften muhakkak surette değerlendirilmesi, ele alınması ve doğrudan asla ve kat’a bir haberin bir şeyin kabul edilmemesi gerekir.” şeklinde konuştu.

“Gazze meselemiz var”

Filistin meselesinde siyonistlerin medyayı kullanarak kendilerini masum göstermeye çalıştıklarını dile getiren Yaşar, “Bir örnek vermek istiyorum müsaadeniz olursa. Mesela son dönemde tabii ki bu uzun yıllara yaygın bir şey ama bugün çok daha görünür bir Gazze meselemiz var, Filistin meselemiz var. Bu Gazze, Filistin meselesinde bazı içerikler paylaşıyoruz. Hepimiz bunu yapıyoruz. Bazılarından acı duyuyoruz. Önümüze gelen bir içerikten bahsetmek isterim: İşte Filistinli kadınlar, çocuklar ellerinde ağır silah taşıyan israil askerlerine taş atıyorlar, tükürüyorlar diyelim. Ve biz bunu bir Müslüman olarak veya mazlum olduğunu bildiğimiz, öyle inandığımız bir toplumun bir tepkisi olarak görüyoruz. O askerler bu tepki üzerine koşuşturmaya başlıyorlar ve bundan zevk alıyoruz. Çünkü hoşumuza gidiyor. Elinde ağır silahlar olan askerler hızla bir yerden bir yere kadınlardan, çocuklardan korktular, kaçtılar gibi kendimizi tatmin etmeye çalışıyoruz. Ama işin özüne baktığımız zaman mesele öyle değil. Aslında gösterilen şey şu: Biz bunu kendi elimizle dağıtıyoruz. Bakın işte İsrail askerleri çok vahşi dediğiniz insanlar karşısında, çok zayıf kadınlar çocuklar olmasına rağmen, onların tepkilerine rağmen, onların üzerine gitmesine rağmen hiç silahlarına sarılmıyorlar. Belaya girmemek için oradan kaçarak uzaklaşıyorlar. Aslında israil askerleri ne kadar masum insanlar, Filistinli insanlar ne kadar vahşilermiş. Neticede ortaya çıkan sonuç bu. Dolayısıyla her bir içeriğin hangi amaca hizmet edeceğini, nereye gideceğini, toplumları nasıl etkileyeceğini, uluslararası kamuoyunu nasıl etkileyeceğini… Bu medya okuryazarlığı dediğimiz şey tam olarak bu. Bunun üzerine değerlendirip bunun üzerinden sonuçlar vermemiz gerekir. Yoksa kendi paramızla, kendi akademisyenlerimizle, kendi gençlerimize medya ve sosyal medya üzerinden kendi propagandalarını yaptırırlar ve biz bundan hiç haberdar dahi olmayız.” ifadelerini kullandı.

“Sultan Fatihleri anlatan kolyelerin olması dileğiyle”

Toplumsal anlamada beklentilerin yüksek olduğunu ve bu doğrultuda çalışmalar yapıldığını ifade eden Yaşar, “Yani bu bir süreçtir, zaman içerisinde muhakkak inişler ve çıkışlar olabilir. Bizim beklentimiz çok güçlü. Toplumsal anlamda, kültürel hafızamız çok güçlü. Hikâyelerimiz çok fazla. Gençlerin boyunlarında Che Guevara hikâyeleri anlatan kolyeler değil, Sultan Fatihleri anlatan kolyelerin olması dileğiyle… Ben önümüzdeki süreçte çünkü biz bu işi hem akademik hem uygulama yönüyle yapıyoruz çok dinç, bu işin bilincinde olan bir nesil geliyor. Bu tezlerin anti-tezlerini üretecek sinema filmleri, dizi filmler ve yine aktif sosyal medya kullanımı ile, aslında medya üzerinden zaman ve mekân mefhumunun ortadan kalktığı, herkesin her yerden her şeye erişebilir olduğu bir dönemde, bizim bu işi önümüzdeki süreçte, kendimizi düzeltmekle birlikte kurtarabileceğimizi düşünüyorum. Buna inanıyorum. Birincil amaç da o, birincil düşünce de o, birincil hedef de o. Önce kendimiz, önce kendimizi düzelteceğiz ki başka toplumlara da doğru mesajları verebilelim. Umarım hayra vesile olur. Geldiğiniz için teşekkür ederim.” dedi. (İLKHA)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —