
İslam dininde kız çocuklarına verilen önem
“Her kim üç kız çocuğunu veya kız kardeşlerini himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lütuf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121/5147; Tirmizî, Birr, 13/1912)
“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben yan yana bulunacağız.” (Müslim, Birr, 149)
Fahr-i Kâinât Efendimiz, erkek çocuklarının kız çocuklarına üstün tutulması anlayışını da reddetti.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’nın evinde kaldığı bir gün, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, kendisinden su istedi. Allah Rasûlü önce Hazret-i Hasan’a su verdi. Hazret-i Fâtıma, Peygamber Efendimiz’in Hazret-i Hasan’ı daha çok sevdiği kanaatine vardı. Efendimiz ise;
“–Hayır, ilk önce Hasan su istedi.” buyurdu. (Bkz.
Ahmed, I, 101)
Sonra da;
“–İkram ve ihsanlarınızla çocuklarınıza eşit muâmelede bulunun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım.” buyurdu. (Heysemî, IV, 153; İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, IV, 69)
Yetişkin kadın da câhiliyyede hor ve hakirdi. Mîras payı sıfırdı. Kocası öldüğünde, kardeşine devredilen bir metâ sayılırdı. Kabîle savaşlarında ırzına saldırılması, bir intikam yolu olarak görülürdü. Şiddete, tecavüze ve iftiraya uğrar, malı ve mehri gasbedilirdi. Fuhuş alelâde bir hâl almıştı. Adı nikâh olan birçok usul de haksızlıklarla ve ahlâksızlıklarla doluydu.
Şiddet ve zulmün her türlüsüyle mücadele eden İslâm geldi ve kadına da hak ettiği kıymeti verdi. Fıtrat dîni olan İslâm, yarattığını en iyi bilen Yaratıcı’nın vaz ettiği kanunlar ve ilâhî tâlimatlardır.
Buna göre;
Erkek ve kadın, kulluk plânında Allah katında eşittir. Kadın, kadın olduğundan dolayı Allah katında asla eksik ve kusurlu görülmez.
Kimseye bir başkasının suçunu yükletmeyen İslâm’da; «aslî günah» diye bir şey yoktur. Her insan günahsız bembeyaz bir sayfa ile dünyaya gelir.
Evlilik, insanlardaki nefsânî temâyülü Allâh’ın akdiyle rûhânîleştirir. Bu rûhâniyetle kurulan yuvada, toplumun huzurlu fertleri yetişir.
Tebliğ ve içtimâîleşme sebebiyle peygamberler erkektir, fakat her peygamberi sâliha birer anne dünyaya getirmiştir. Yalnız Hazret-i Âdem, annesiz ve babasız yaratılmıştır.
Peygamberimiz’e ilk îmân eden ve O’na en mühim istinad olan Hazret-i Hatice;
Hakkındaki hadîs-i şerifte; “Dîninizin üçte birini ondan öğrenin.” (Deylemî, II, 165/2828) buyurulan ve ashâb-ı kiram arasında yedi müctehidden biri olan, İbn-i Abbâs’ın ifadesiyle her müctehidin ilminden istifade ettiği Hazret-i Âişe’dir.
Ehl-i beyt ve sâdât-ı kirâmın annesi Hazret-i Fâtıma Vâlidelerimiz, İslâm’da hanımlara verilen ehemmiyeti ve hiçbir menfî ayrıma tâbî tutulmadıklarını gösterir.
Erkek ve kadının fıtratlarındaki husûsiyetler eşit olmadığı için, onların vazife dağılımı, hak ve mes’ûliyetleri de eşit değildir.
Kadın nârin, zarif ve hassas yaratılmıştır. Bedenen erkek kadar kuvvetli bir fizikî yapısı yoktur. Buna karşılık sevgi, sadâkat, merhamet ve şefkatle dolu hissî yapısı erkekten daha kuvvetlidir. Baba dayanamazken, bir anne ağlayan çocuğu sebebiyle sabaha kadar uyanık kalır. Çocuk sele kapılsa; baba tereddüt ederken, anne kurtarmak için ardından atlar.
Kadındaki aslî vasıflar, onun aile yuvasındaki hanımefendilik ve annelik vazifelerine uygundur. O; ailenin eve dair vazifelerini deruhte edecek, evlâtlarını dünyaya getirecek, duâlarla besleyecek ve takvâ ile, güzel ahlâk ile yetiştirecektir. Erkek ne kadar fizikî ve rûhî olarak, dış dünya vazifelerine uygun yaratılmışsa, kadın da o kadar iç âleme uygun bir yaratılıştadır.
Bu sebeplerle sâliha hanımın ve annenin dînimizdeki mevkii çok yüksektir.
Kadının büyük vazifelerinin îcâbı olan hissîliği ve hassaslığı, onun dış dünyanın zorluklarıyla mücadele etmek zorunda bırakılmamasını gerektirir. Bu sebeple kadın, çocukken babaya, yoksa dede, amca, erkek kardeşe, daha sonra da beyine ve oğullarına, torunlarına emânet edilmiştir.
Ancak bu emânet ediliş, insafa terk ediş değildir;
“Onlarla güzel geçinin.” (en-Nisâ, 19)
“Cennet annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihâd, 6)
“Sizin en hayırlınız, ailelerine en güzel muâmelede bulunanınızdır!..” (İbn-i Mâce, Nikâh, 50; Dârimî, Nikâh, 55)
“Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)
“Ey insanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hakkında Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz!” (Müslim, Hac, 147) mealindeki tâlimatlar da hanımları, erkekler âleminin muhabbet ve hürmetine, ahlâk ve dirâyetine emânet eder. Hem de Allah emâneti olarak. Sâliha olarak yetiştirilen anneler, hayırlı evlâtlar yetiştirir. Anne tek başına bir okuldur. Böyle bir sâliha anne ömürlük teşekküre lâyıktır.
“Bir şahıs, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek;
«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
«–Annen!» buyurdu. O sahâbî;
«–Ondan sonra kimdir?» diye sordu. Efendimiz;
«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar;
«–Ondan sonra kim gelir?» diye sordu. Allah Rasûlü yine;
«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar;
«–Sonra kim gelir?» diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellembu sefer;
«–Baban!» cevabını verdi.” (Buhârî, Edeb, 2)
İslâmiyet’te kadına ev geçimi vb. maddî mes’ûliyet yüklenmediği gibi, hanımların mîras ve mülkiyet hakları da bâkîdir. Vazife ve hassâsiyetlerine uygun işler yapabileceği gibi, sahip olduğu mallar üzerinde tasarrufta da hürdür.