İnsanın güzellik arayışı, tarih boyunca medeniyetlerin sessiz ama en güçlü dili olmuştur. Ancak bazı medeniyetler bu dili yalnızca estetik bir anlatım olarak görürken, bazıları için sanat çok daha derin bir arayışın kapısını aralar. İşte İslâm sanatı tam da bu ikinci sınıfa girer: Güzelliğin sadece göze değil, kalbe de hitap ettiği bir yolculuk…
İslâm sanatına şöyle uzaktan bir bakış attığımızda bile, sanki bütün eserler aynı yerden nefes alıyormuş gibi bir uyum hissederiz. Oysa coğrafyalar farklıdır; Endülüs’ün Akdeniz rüzgârı, İran’ın çöl esintileri, Türkistan’ın bozkır ufku, Osmanlı’nın şehir estetiği… Her biri bambaşka kültürler. Yine de eserlerde ortak bir duruluk, ortak bir “tevhid nefesi” dolaşır. Bu, sıradan bir tesadüf değil; inancın estetikle kurduğu güçlü bağdır.
Farklı coğrafyaların ve bambaşka kültürlerin dahi engel olamadığı ortak bir “tevhid ruhu”nun ete kemiğe bürünüşünü daha iyi anlamak açısından İslâm sanatı çalışmalarıyla bilinen ve İslâm sanatına genel bir bakış perspektifi sunan John Ranard'ın yaklaşımına göz atmak gerekir.
Aslen ABD'li olan ve İslâm düşüncesi ve sanat tarihi çalışmaları yapan John Renard; Kahire şehrinin kuruluşunu, Sünni dünyanın başkenti olan Bağdat'a karşı Fatımîler tarafından kurulduğunu, Memlüklülerin tezyînatta ileri boyuta gittiğini, kullandıkları yapı malzemelerine, Memlük sanatının neyi sembol ettiğini ve ne anlama geldiğini, daha sonra ise Osmanlı ile olan saray ve dini mimari farkını izah eder.
Osmanlı şehir planlamasının merkezinde cami oluşunu ve daha kompleks - bütüncül yapı inşa ettiğini anlatır.
Cengiz Han, Moğollar, Timur ve İlhanlıların Asya, İran ve Afrika'ya kattığı sanatları ve akâbinde yıktığı yapıları, izah eder.
Daha sonra Safevîler'in İran'da geliştirdiği mimari ve diğer sanatları, tezyinatını anlatır.
Afganistan ve Kuzey Hindistan'da Timur'un köklerinden filizlenen Muğal Hanedanı'nın ortaya koyduğu sanat anlayışını ve hatta Osmanlı'dan kalır yanının olmadığını söyler.
John Renard'ın bu yaklaşımlarını daha detaylı inceleyebilmek adına okurlarımıza John Renard'ın kaleme aldığı ve İnsan Yayınları tarafından basılan İslâm'ın Yedi Kapısı adlı kitabını öneriyoruz.
Öte yandan İslâm mimarisine bakıldığında kubbelerin altında bir sükûnet dolaşır, yani ortada bir mekânın sükûtu hâkimdir ve bu dâhi tek başına anlamlıdır; tam o esnada ışık içeriye ölçülü bir incelikle süzülür. Minareler gökyüzüne doğru sadece bir yapısal yükseliş değildir; adeta kelime-i tevhidin şehre düşmüş bir nişanesidir.
Hat sanatına geçtiğinizde, bambaşka bir dünyanın kapısı aralanır. Yazı, burada sıradan bir çizgi değildir. Kutsal sözün gölgesinde doğmuştur ve hattatın elinde bir ibadet titizliğiyle şekillenir. Her harf, sanki “en doğru hâlini” bulmak için sabırla tekamül eder. Yani adeta her yazı, her harf ortaya bir ışık saçar.
Desenlerdeki Sonsuzluk
Tezhipte altının ışığı, minyatürde perspektifsiz hakikat arayışı, geometrik desenlerdeki sonsuz tekrar… Bunların hepsi aynı hikâyenin farklı cümleleri gibidir.
İslâm sanatında figürden kaçınma sadece bir yasak anlayışı değildir; aksine insanı maddeyle sınırlamayan bir dünyanın kapısını aralar. Bu yüzden bir çiniye baktığınızda sadece bir desen değil, düzen içinde kurulmuş bir âlemin ritmini görürsünüz. Bir ebru kâğıdı kuruduğunda ise suyun dilinden dökülen o anlık tecelliyi hissedersiniz; bir daha asla tekrarlanmayacak benzersiz bir ânı…
Sanat ile Zanaat Arasında Silinen Sınırlar
Belki de İslâm sanatının en dikkat çekici tarafı, sanat ile zanaat arasındaki duvarın neredeyse tamamen kalkmasıdır. Bir ahşap kapı, bir bakır ibrik ya da bir çini tabak, sadece eşya değildir; her biri bir sanatçının ruhundan süzülmüş estetik bir iddiadır. Çünkü bu medeniyette eşyanın bile hakkı vardır. Güzel olmak, onun yaratılışına saygı göstermek demektir.
Bugün modern dünyanın yapay parıltıları arasında İslâm sanatının bize hatırlattığı bir şey var: Güzellik, sadece gösterişten ibaret değildir. Güzellik, insanın iç dünyasında bir denge, bir itidal, bir huzur kurmasıyla anlam bulur. Nitekim İslâm sanatında estetik, ahlâktan bağımsız bir süs değil; hikmetle yoğrulmuş bir bakıştır.
Belki de bu yüzden İslâm sanatına yönelmek, geçmişe dönmek değil; geleceğe dair bir imkânı yeniden hatırlamaktır. Çünkü sanat, bir medeniyetin aynasıdır. Ne düşünüyorsak, neye inanıyorsak, nasıl bir dünya tasavvur ediyorsak, sanatımız da onu anlatır.
Bu perspektiften bakınca, İslâm sanatına yönelmek; sadece gözün değil, gönlün de yeniden eğitimidir.
Yani kısaca asıl mesele, güzelliğin ahlâkla buluşmasıdır.